Acının Gizlediği Armağan

Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı.

Gemiden sağ kurtulan tek kişiyi dalgalar küçük, ıssız bir adaya kadar sürükledi.

Adam, ilk günler kendisini kurtarması için Allah'a yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufka baktı. Ama ne gelen oldu ne de giden...

Daha sonra rüzgardan, yağmurdan ve tehlikeli hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklardan bir kulübe yaptı.

Sahilde bulduğu gemiden arta kalan konserve, pusula gibi eşyaları bu kulübeye koydu.

Günler hep aynı şekilde geçiyordu.

Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku gözlüyor, kendisini kurtarması için Allah'a dua ediyordu.

Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü.

Duman, dans ede ede göğe yükseliyordu.

Başına gelebilecek en kötü şeydi bu.

Keder ve öfke içinde donakaldı.

Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir kulübe bile kalmamıştı.

- "Allah'ım, bunu bana nasıl yapabildin?" diye feryat etti.

O geceyi keder ve üzüntü içinde geçirdi.

O kadar dua ettiği halde, başına bu olay geldiği için sitemler etti.

Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı!

Bitkin adam kendisini kurtaranlara sordu:

- "Benim burada olduğumu nasıl anladınız?"

Cevap O'nu hem şaşırttı, hem de utandırdı:

- "Dumanla verdiğiniz işareti gördük!"

Canımızı sıkan, göz yaşlarımızı inci gibi döküveren olaylar sessiz bir kurtuluş çağrısı, bir mutluluk davetiyesidir belki de...

İlk bakışta dayanılmaz gelen acı anlar, sonrasında kalbimizi kuş gibi hafifleten, ruhumuzu ısıtan tatlı tecrübelere dönüşüyor.

Aydınlıkta seçemeyeceğimiz bir ışık, karanlık basınca fenerimiz oluyor.

Öyküdeki yanan kulübenin dumanıyla kurtuluş umudunun yeşermesi gibi, yaşamımızdaki kırık dökükler, yıkıntı ve ziyanlar, kayıp ve yenilgiler yenilenmenin, yeniden doğuşun tohumlarını ekiyor aslında...

Acı, derinlerinde gizlenen tatlı hediyelerle dolu.

Yapmamız gereken, acıyla barışıp onu çözümlemek, gizlediği armağanı kalbimize buyur etmektir...